Türkiye'de Ermeni Kırımı'nın mirası

1915 ve 1917 yılları arasında en az 800.000 Ermeni'nin öldürüldüğü Ermeni Kırımı,[2] yaşanmasından uzun yıllar sonra bile Türk toplumunda hissedilecek derin etkiler bıraktı[kaynak belirtilmeli] .Anadolu Hareketi'nin 1919 tarihli bir yayını, Ermenilere karşı sistematik bir "imha" politikasının uygulandığını ve İttihat ve Terakki liderlerinin "insanlığın en büyük suçluları arasında" olduğunu kabul ediyordu.[3] Ermeni tarihçi Vahan Avetyan'a göre, 1920ler boyunca Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni bir devlet kurma projesinin önemli bir parçası olarak Kırım'ın Türk tarihinden silinmesi denenmişti.[4]

Kırım'ın en büyük sorumlularından biri olan Talat Paşa'nın, İstanbul'un Şişli ilçesindeki Abide-i Hürriyet'in çevresinde yer alan mezarı.[1]

Daha öncelerde nispeten bölünmüş olan, Kırım'a dair resmî Türk görüşü, 1974 ve 1990 yılları arasında kaynaşmaya başladı.[5] Türkiye'nin resmî duruşu, Ermenilerin "tehcir" sırasında gerçekleşen ölümlerinin bir "soykırım" olarak kabul edilemeyeceği yönündedir, bu da pek çok farklı argümanla desteklenen bir tutumdur, bu argümanlara cinayetlerin kasıtlı olmadığı veya sistematik olarak organize edilmediği; Ermenilerin kültürel bir grup olarak Rusya'ya sempati duyan bir tehdit oluşturması nedeniyle tehcirin haklı olduğu;[6] Ermenilerin Osmanlı hükûmetinin kasıtlı bir eylemi olmadan açlıktan öldüğü; aynı yıllarda Ermeniler tarafından Türklere karşı gerçekleştirilmiş katliamların varlığı ve Ermeni çeteleri örnek verilebilir.[7] Olaylar için soykırım teriminin kullanılmasının yanlış olduğunu yasal yüzeyler ile savunan bazı diğer argümanların arasında ise 2007 ve 2015 yılları arasındaki yargı süreci Perinçek-İsviçre Davası ve soykırım teriminin 1943 yılına kadar kullanılmaması verilebilir. Müslüman-Türk katliamları sırasında öldürülen Müslüman Türklerin sayısı (bu sayı bazı tahminlere göre 5.5 milyon kadardır[8]) veya I. Dünya Savaşı boyunca ölen Türkler de sıklıkla Ermeni ölümlerinin sayısını hafifletmek için kullanılır.

Bir Der Spiegel makalesi, Türk tarihyazımının konuya bakışını şu şekilde ele alır:[9]

Yargılama

Osmanlı savaş suçlularını yargılamak için kurulmuş Özel Osmanlı Askerî Mahkemeleri'nin oturumlarından biri, 8 Nisan 1919

Özel Osmanlı Askerî Mahkemeleri, I. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşti. Mahkeme, İttihat ve Terakki'nin önde gelenlerini savaş zamanı vurgunculuktan ve hem Ermenilere hem de Rumlara karşı işledikleri suçlardan dolayı idama mahkûm etti. İdama mahkûm edilenler arasında Kırım'ı yönetmekle sorumlu olan Talat Paşa ve Enver Paşa da bulunuyordu.[10][11] Ek olarak, Sevr Antlaşması'nın içerisinde Osmanlı hükûmetinden savaş boyunca sivillere karşı işlenmiş suçlardan sorumlu olan kişilerin Milletler Cemiyeti tarafından oluşturulmuş bir mahkemede yargılanabilmeleri için teslim edilmelerini talep eden bir hüküm vardı.[12]

Ancak, Ermeni Kırımı'nın ölüm cezasına çarptırılmış failleri o dönemde yargılanabilecekleri uluslararası yasalar olmadığı için kaçmayı başardılar ve Almanya, İtalya ve Orta Asya'ya özgürce seyahat edebildiler.[13] Birleşik Krallık tarafından tutuklanmış bu tutukluların serbest bırakılması, Mustafa Kemal Atatürk'ün kuvvetlerinin elinde tutulan 22 İngiliz savaş tutsağının salınması karşılığında gerçekleştirildi.[14] Nihayetinde 31 Mart 1923'te, mahkemelerde Ermeni Kırımı ile yargılanan herkese af çıkarıldı ve ceza almadılar. Böylece, Ermenilere karşı işlenilen suçlar "unutulmuş oldu".[15] Bu sebeple, İngilizlerin ve müttefiklerin olaylar sırasındaki tutumu ve eylemleri birçok çevre tarafından sıklıkla eleştirildi. 1949'da New Haven'daki soykırım suçunun cezalandırılması ve önlenmesine ilişkin kongre sırasında Raphael Lemkin, "I. Dünya Savaşı sırasında 1.200.000 Ermeni'nin öldürülmesinden sonra muzaffer müttefikler, bu iğrenç katliamdan sağ kurtulanlara uygun bir yasa ve bir mahkeme sözü verdiler. Ancak bu söz yerine getirilmedi." dedi. Ayrıca Lemkin, "mantıklarını sonuna kadar taşımadıkları" ve bu sebeple Ermenilere karşı işlenen suçlar cezasız kaldığı için Müttefikleri suçladı.[15]

Kırım'ın önde gelen mimarlarından birçoğu suçları yüzünden cezalandırılmadan önce kaçmayı başardığı için, Ermeni Devrimci Federasyonu 27 Eylül'de başlayıp 1919 Ekim sonlarına kadar Erivan'da toplanan 9. Genel Kongresi'nde Kırım'dan sorumlu olarak gördükleri kişilere karşı bir suikast operasyonu yürütme kararı verdi. Grigor Merjanov ile birlikte çalışan Şahan Natali önderliğindeki bir birim, Türklerle işbirliği yapmakla suçlanan bazı Ermenilerin yanında Behbud Han Cevanşir, Said Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Azmi Bey, Cemal Paşa ve Talat Paşa'ya karşı suikastler düzenlemek ve düzenleyecek kişiler bulmak için kuruldu. Bu suikastler bütününden oluşan operasyona Nemesis Operasyonu adı verildi.

1926'da o zaman hâlâ hayatta olan en önemli Ermeni Kırımı sorumluları olan Cavid Bey, Doktor Nâzım Bey ve Yenibahçeli Nail Bey; Mustafa Kemal Atatürk'e karşı İzmir Suikastı olarak bilinen suikastı planladıkları için asıldı, ancak davalarında Kırım'dan veya kendilerinin Kırım'daki rollerinden bahsedilmedi.[16]

Türkiye Ermenileri

Ermeni mülklerine el konulması

Tazminat

Kırım'dan sonra, Türkiye hükûmetinden birçok kez Kırım kurbanı Ermenilere ve Ermenistan'a finansal veya toprak tazminatları vermesi talep edildi.[17] Uluslararası hukuk akademisyenlerinin ve uzmanlarının çoğu; Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun halefi ve devamı olmasının yanında[18] Ermeni mülklerine el konulması gibi Ermenilere karşı gerçekleştirilen bazı eylemlerin Türkiye Cumhuriyeti döneminde de devam etmesi nedeniyle eğer tazminat ödenecekse bunu yapması gerekenin Türkiye olduğu konusunda hemfikirdir.[19] Çoğu Ermeni, Kırım tazminatı olarak 1920 Sevr Antlaşması'nda eski ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından çizilen Türkiye-Ermenistan sınırının restorasyonu ve yüklü miktarda nakit tazminat talep etmektedir.[20]

Ermeni Kırımı'nın kurbanlarına tazminat verilmesi için bir plan, ilk olarak I. Dünya Savaşı sonrasındaki Paris Barış Konferansı sırasında ortaya atıldı. Bunun yanında, Ermeni Devrimci Federasyonu, Kırım'ın yaşanadığı günlerden beri Türkiye'den Kırım için tazminat olarak toprak taleplerinde bulunuyordu.[21] Tazminat taleplerinin karşılanması için Ermeniler tarafından gerçekleştirilen eylemler genellikle lobicilik faaliyetleri olsa da, bu doğrultuda gerçekleştirilen eylemlerin arasında ana amacını "Türk hükümetini 1915'te 1,5 milyon Ermeni'nin ölümünden sorumlu olduğunu açıkça kabul etmeye, tazminat ödemeye ve bir Ermeni vatanına toprak vermeye zorlamak" olarak belirten ASALA'nın gerçekleştirdiği Esenboğa Havalimanı saldırısı gibi sivillere karşı bombalı ve silahlı saldırılar da vardır.[22][23] Tüm bunlara rağmen; günümüze kadar Türkiye hükûmeti tarafından "Kırım ile ülkelerinin dışında kalmış Ermenileri ülkesine geri gönderme veya onlara tazminat verme yolunda hiçbir şey yapılmamıştır"[24] ve Ermeniler "tazminatlarını hiç almamıştır".[21]

Sansür

1993'te Türk insan hakları savunucusu Ayşe Nur Zarakolu, Yves Ternon'un Armenians, History of a Genocide isimli kitabının Türkçe çevirisini "Ermeni Tabusu" adı altında yayınladı. Kitap, Türkiye'de basılmış ve 1915 olaylarını açıkça soykırım olarak tanımlayan ilk kitaptı. Yetkililer buna kitabı yasaklayarak ve yayıncı aleyhine yıllarca süren bir dava açarak tepki gösterdiler. Bunu 1994 yılında Vahakn Dadrian'ın Genocide in International and National Law isimli kitabının yayınlanması ve kendisine açılan bir dava izledi, ancak aleyhindeki dava beraatla sonuçlandı. Bu, "Türkiye'deki soykırım tabusunun çözülmesine" ve konu hakkında Franz Werfel'in 1997 tarihli Musa Dağ'da 40 Gün kitabı gibi yeni kitapların yayınlanmasına yol açtı.[25]

Türk hukukunda "Ermeni soykırımı" teriminin kullanılmasına karşı bir kanun bulunmamasına rağmen, zaman zaman kendi inisiyatifleriyle hareket eden savcılar Türk Ceza Kanunu'nun "Türklüğü aşağılamayı" yasaklayan 301. maddesini 1915 olaylarını bir soykırım olarak tanımlayan önde gelen Türkleri susturmak için kullandılar; ancak bu zemin üzerinde açılan davaların çoğuna takipsizlik kararı verildi.[26] Şubat 2005'te Das Magazin ile yaptığı bir röportajda Türk yazar Orhan Pamuk, Türkiye'nin Ermenilere ve Kürtlere karşı suç işlediğini belirten açıklamalarda bulundu: "30 bin Kürt'ü ve bir milyon Ermeni'yi öldürdük, Türkiye'de hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor. Ben ediyorum".[27] Bunun üzerine iki Türk aşırı milliyetçi meslek örgütünün avukatlarının oluşturduğu, Kemal Kerinçsiz liderliğindeki Büyük Hukukçular Birliği, Pamuk aleyhine suç duyurusunda bulundu.[28] 23 Ocak 2006'da dava düştü.[29] 2007'de öldürülmesine kadar "Türklüğe hakaretten" üç kez yargılanan Hrant Dink'in durumunda olduğu gibi, bu suç duyurularına genelde nefret kampanyaları ve tehditler eşlik etti.[30]

Hrant Dink'in cenazesinde yapılan yürüyüşlerde yüz bin kişi cinayeti protesto ederek ve "Hepimiz Ermeniyiz" yazılı tabelalar taşıyarak Dink'in anısına yürüdü.[31]

Ülkü Ocakları başta olmak üzere bazı milliyetçi kuruluşlar, hem Türkiye içinde hem de dışında Ermeni Kırımı'nın reddi ve zaten var olan reddinin devamı için agresif bir şekilde lobicilik yaptı. Ülkü Ocakları tarafından bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilen eylemlere Ocak 2004'te Ermeni Kırımı hakkındaki Ararat filminin Türkiye'de gösterilmesinin engellenmesi[32][33] ve 24 Nisan 2012'de diğer milliyetçi kuruluşlarla beraber Taksim Meydanı'nda Ermeni Kırımı'nın anılmasına karşı gerçekleştirilen protestolar[34] örnek verilebilir.

Serbestleşme

30 Nisan 2008'de Hrant Dink suikastının ardından Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesinde çeşitli değişiklikler yapılması[35] ve aynı yıl Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yaşanan yakınlaşma, Türkiye'de Ermeni Kırımı üzerindeki tabunun daha da çözülmesine yol açtı. Bunun da etkisiyle, Aralık 2008'de öğretim üyeleri ve gazetecilerden oluşan bir grup tarafından Ermenilerin başına gelenlerin yıllardır konuşulmamış olunmasından dolayı kişisel olarak özür dilendiği bir imza kampanyası olan Özür Diliyorum kampanyası başlatıldı. Kampanya, imzaya açıldığı ilk 24 saat içinde 5000 kişi tarafından imzalandı.[36] 2012 yılında Ragıp Zarakolu, Yves Ternon'un kitabını bu sefer daha "cesur" bir Türkçe başlık olan "Bir Soykırım Tarihi: 20 Yıl Sonra Ermeni Tabusu Davası" ve kitabın yayın sürecini, Türkiye'de Ermeni Kırımı hakkındaki tartışmanın 20 yılını ve 8 yıl süren Ternon ile Ayşenur Zarakolu davalarının belgelerini içeren ekler ile yeniden yayınladı.[37] Aynı yıl, önde gelen bir Türk gazeteci ve 1915 olaylarının en büyük sorumlularından Cemal Paşa'nın torunu olan Hasan Cemal, Ermeni Soykırımı anıtını da ziyaret ettiği Ermenistan ziyaretinden sonra "1915: Ermeni Soykırımı" adında bir kitap yazdı ve kitabı Türkiye'nin çok satanları arasında girdi.[38][39] Ermenice haftalık gazete Agos'un eski köşe yazarı ve 2015 yılında Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki iktidar Adalet ve Kalkınma Partisi'nden milletvekili seçilen Markar Esayan,[40] Türkiye'de çeşitli günlük gazetelerde yazdığı farklı makalelerde 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirdi.[41][42] Özellikle 2015 yılında Ermeni Kırımı'nın 100. yılı anısına, Ermeni Kırımı hakkında arasında Raymond Kévorkian'ın "Ermeni Soykırımı" eserinin de bulunduğu çok sayıda kitap yayınlandı.[43]

Dış politika

Türkiye, dış politikasında Ermeni Kırımı'nın üçüncü partiler tarafından bir soykırım olarak tanınmasına aktif olarak karşı çıktı.[44]

1982'de, Türk Araştırmaları Enstitüsü (Institute of Turkish Studies, ITS) Türk hükûmetinden yapılan 3 milyon $ değerindeki bir bağış ile Washington, DC'de kuruldu. İsrailli soykırım araştırmacısı Israel Charny; ITS ile Stanford Shaw, Heath W. Lowry ve Justin McCarthy gibi 1915 olaylarını bir soykırım olarak tanımayı reddeden kişiler ve kuruluşları ABD'de Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu üzerine çalışmaları ancak aynı zamanda Ermeni Kırımı'ın reddini teşvik eden Türk hükûmetinin ABD'deki ana ajansı olarak tanımlar.[45][46] Türk hükûmeti ayrıca senede 1 milyon $ civarı para harcayarak tarihi olayların kendi versiyonunu ABD'de tanıtmaları için halkla ilişkiler ekipleri tuttu.[46]

1989'da ABD Senatosu'na sunulan Ermeni Kırımı'nı soykırım olarak tanıma önerisi Türkiye'nin konu hakkındaki eylemlerinin artmasını tetikledi. Öneri, Amerikan diplomat ve 1914 ile 1917 yılları arasında Harput konsolosluğu yapan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde "çoğu masum ve çaresiz kadın ve çocuklar olmak üzere binlerce ve binlerce Ermeninin katledildiğini" rapor eden Leslie Davis'in "Mezbaha İli" isimli görgü tanığı raporunun yayınlanması bağlamında sunuldu. Türkiye, öneriye ABD Donanması'nın Türkiye ziyaretlerini engelleyerek ve Türk topraklarındaki bazı ABD askerî eğitim tesislerini askıya alarak tepki gösterdi. Öneriyi tetikleyen "Mezbaha İli" raporunun da arasında bulunduğu birçok ABD arşiv belgesini yayınlamak üzere bir araya getiren Amerikan akademisyen Susan K. Blair, arşivleri yayınlamasının ardından kendisine yönelik bir dizi anonim tehdidin ardından kamuoyundan gizlenmeye başladı.[47] 2007'de, benzer bir karar Meclis Dışişleri Komitesi tarafından 27'ye 21 oyla kabul edildi, ancak Türk lobiciliği kararın en üst makamlara ulaşmasını engelledi.[48]

24 Nisan 2019'da düzenlenen bir seminerde, Türkiye cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ermeni Kırımı'nı resmen andığı için Fransa'yı kınadı ve Ermenilerin 20. yüzyılın başlarında Osmanlı hükûmeti tarafından gerçekleştirilen tehcirinin o zamanın koşulları için uygun olduğunu belirtti.[49]

Kaynakça

Konuyla ilgili yayınlar